Bu mektubu Yüksekova'da görev yapmış, henüz dönmüş bir öğretmenimiz göndermiş. Lütfen sabırla okuyun ve okutun. Okutun ki orada aslında ne yaşandığını, bir öğretmenin kalbi ve gözüyle nasıl gördüğünü anlayasınız...
Eğer tayini Doğu'ya çıkan herhangi bir memursanız, karşılaşacağınız Batıdaki hayattan çok farklıdır. Öncelikleriniz değişir, sizle beraber sizi tanıyanların ve ailenizin de ayni şekilde. Anne baba ve yakınlarınızın gözü televizyonda kulağı radyodadır.
Evet, çok zor Doğu'da
Batılı olmak..Memur olmak..Polis, asker, doktor hemşire öğretmen ve
hatta bunlardan birinin eşi olmak.Ben Yüksekova'da yaptım doğu görevim,
sık sık da Van ve Hakkari'ye gittim.Bu yazdıklarım oralarda hayatı paylaştığımız tüm arkadaşlarımın ortak duygularıdır!
Biz daha gelmeden Güneydoğu için,çok fakirlik var denmişti. Oysa Yüksekova'da büyük kentlerde bile zor görülen son model lüks arabalar, cipler vardı.
İlk günlerde en çok dikkatimi çeken, devamlı her tınısını ve nerdeyse sözlerinin tamamını öğreneceğim 'Gerilla şarkıları' dinletildi bize.
Benim için, bir öğretmen olarak, hele hele Ata'nın adını taşıyan bir ilkokul,lise ve üniversite bitirmiş, bir öğretmenseniz.. Ülkenin her yanı eşittir sizin için. 'Her ne olursa olsun, tüm çocukların eşit ve feda edilemez olduğudur''beyninize
kazılan. Onların ihtiyacı öğretmense, doktorsa, polisse, askerse hepsi
var orada. Yokluk da var; ancak Kayseri'de, Çorum'da, Adana'da
Gümüşhane'de, Sivas'ta olduğundan daha fazla değil.
Siz gitmeden bölgeye namınız gider: 'bilmem nereli öğretmen, bilmem kimin karı(!)sı' Size
hoş geldin denmez Batılı meslektaşlarınız selam vermek için,
öğretmenler odasında oralı öğretmenlerin olmadığı anları
kollarlar.Öğretmenler odasında sessizlik hakimdir..Yorum yapılmaz espri
kaldırmaz tuhaf bir gerilim vardır havada. Adını koyamazsınız..
Şaşıp
kalacağınız yutkunduğunuz çok anlar yaşarsınız bölgede: Hele halkın
içindeyken, içinde eşinizin olduğunu düşündükleri helikopterin düşmesi
için ellerini birleştirip gözlerinize baka baka :''Allah'ım inşallah düşer!'' Derler. Ülkemin her yanında öğretmenler çocukları eğittiği için saygı görür. Ama burada bırakın takdir edilmeyi, aşağılanma, hakaret, taciz her şey yaşadık biz...
Sabah erken okula vardığınızda; yakınlarında taş biriktirmiş bekleyen
çocuklar görürsünüz.Nedenini sorduğunuzda size mantıklı bir cevap
veremeyen, öğrencinizle göz göze geldiğinizi düşünün bir...Çelik gibi
sinirleriniz olmalı..
Beşikten
gelen bir düşmanlıkla büyütülen, her üniformalıyla korkutulan çocuklar.
Dillerini ancak okula başladıklarında zar zor öğrendikleri,
kendilerinden çok farklı sandıkları bir milletin memurlarına karşı
geliştirilmiş bir duygusal siper vardır. Sadece 2 yılımı bir kız öğrencimi gülümsetmeye harcadım! Benimle gülümsemedikçe ne dediğimi anlama isteği duymayacağını kendimden bildiğim için.
Okulda yerli meslektaşlarınız, öğretmenler odasında Batılı öğretmenlerin artmasından rahatsızlık duyar. Daha sonra samimi olmayı ve samimiyetine güven duymayı öğrendiğim oralı bir meslektaşım 'ben gelemem sizlerin de olduğu yerde, ezik kalırım aykırı dururum' demişti çekinerek. Benimle aynı eğitimi almış, çok kaliteli sevdiğim bir öğretmendi kendisi. Bayramlaşmayı neden hep okulda yaptığımızı, birbirimize gidip gelebileceğimizi söylediğimde okulun kantincisi olan bey:' Siz bize gelin hocanım, biz sizin oraya (lojman) girerken çıkarken görülürsek, başımız belaya girer' demişti.
Okulda yerli meslektaşlarınız, öğretmenler odasında Batılı öğretmenlerin artmasından rahatsızlık duyar. Daha sonra samimi olmayı ve samimiyetine güven duymayı öğrendiğim oralı bir meslektaşım 'ben gelemem sizlerin de olduğu yerde, ezik kalırım aykırı dururum' demişti çekinerek. Benimle aynı eğitimi almış, çok kaliteli sevdiğim bir öğretmendi kendisi. Bayramlaşmayı neden hep okulda yaptığımızı, birbirimize gidip gelebileceğimizi söylediğimde okulun kantincisi olan bey:' Siz bize gelin hocanım, biz sizin oraya (lojman) girerken çıkarken görülürsek, başımız belaya girer' demişti.
Eylem
olacağı zaman tüyo gelir. Okul saatlerinde duyum alınmış ve okulu terk
edip hemen kendimi lojmana atmam söylenmişti. Daha ilk ayımdı orada.
Müdür beye ilettim,'durmayın eylem hazırlığı varmış' dedi. Eylem
olduğunda şunlar olasıdır: Memurlar dairelerde kısılır kalır. Şanslı olanlar öğretmenevi, eş-dost evine, polis noktasına sığınır.
Kendi ülkenizde trajikomik bir durum değil mi? Asla toplanılacak ev, bir uzman çavuş evi olamaz çok tehlikeli ve saldırıya açıktır. İlçede sivil bölgede ev tutmuşlarsa en çok onlar tehdit altındadır. Ev sahipleri bir gün ya evi boşalt ya da... deyiverirler. Bekar öğretmenler erkekse şanslıdır. 5-10 demez küçücük bir evde kalırlar.
Bayan
arkadaşlardır asıl mağdur olanlardır. Okulunuz taşlanıyorsa ve
çıkamadıysanız ya içeride güvenebileceğiniz dostlarınızla olmanız lazım
gelir. Ya da Allah'a dua etmekten başka çareniz kalmaz.Kadın öğretmenler
oraya onların çocuklarını eğitmeye gitmiştir. Ama Her yerde saygısızlığa, tacize maruz kalırlar. O nedenle toplu gezer topluca ayni evde kalmaya gayret ederler.
Yaşadığım
bir olay: Okulun kapısına çıkmamla bir taksiye denk gelerek elimi
kaldırdım, adamcağızın gafletinden de yaralanarak bindim. Parayı hemen
uzatarak soldan aksi istikamete dönmesini rica ettim. Bir 5 metre
gitmemiştik ki, lojmanlara gideceğimi söylememle birlikte beni taksiden zorla indirdi...BAŞIMI DERDE SOKMA BENİM! Diye de bağırdı.
İlk
aylar eşimi de benim gibi öğretmen sanırlarken esnaftan yana sıkıntımız
olmadı. Bir iki ay içerisinde kim olduğu öğrenildi. Asker eşiydim, eşimin infaz listesinde adı bile çıktı bir terörist cesedinden. Neyse, o ilk aylar ekmek almayı tercih ettiği fırına Ramazan akşamı girdiğimde, fırıncıdan 'pide kalmadı' cevabını aldığımda şok oldum. Perde arkasındaki dizili pide ve ekmekleri görmüştüm. Gözümün içine bakarak o unutulmaz cevabı suratıma yemiştim: SANA YOK!
Yine
Ramazan ayıydı, iftar saatine yakın bir gürültü duyduk.O fırından
pidelerini aldıktan sonra evlerine iftar açmaya giden iki uzmanımız
havaya uçuruldu. Birini kaybettik. O gün bir daha çöp konteynırlarının
yakına park etmek ne kelime yakınından geçmemem.
Bölgede
yaşam hepimiz için bildiklerimizden farklıydı. Hiç bir anne benim
yaşadıklarımı yaşamak zorunda kalsın istemem. Lojmanların içerisinde
korunaklı (yani yoldan geçen bir araçla yapılabilecek bir saldırıda
'menzil dışı' ) sandığımız çocuk bahçesinde Oynayan oğlumu seyrederken; kolundaki bileklikten adını sildirip, kan grubunu yazdırmanın daha faydalı olacağını düşünürken yakalamıştım kendimi.
Bir
pazar öğleden sonrası trafikçi bir polis memurunu havaya uçurulmuştu.
Camlarımızın zangırtısıyla çocuk parkının isabet aldığını sanarak,
apartmandaki annelerin merdivenlerden feryat ederek çocuklarına
koşuşlarına şahit olmuştum. Bazen bir patlama olduğunda hele ki
dışarıdaysam, eşim benim için, bense içerde bıraktığım oğlum için
perişan olurduk sağ haberi alıncaya dek.
Aslında
gece çıkan çatışmaları gelen giden helikopterlerin sesinden, eşinizin
eve gelmemesinden bir şeylerin ters gittiğini anlarsınız.Telefonlarınız
kesiktir. Jammerdan olmasını umarsınız. Frekansların sizinkilerce
kesilmiş olmasını dilersiniz.
Operasyonlarda
ceplerle birbirimizin eşinden sağlık haberi almaya çalışırken, karşı
tarafın da dinlemiyor olmasını dilersiniz. Ki konvoya bir saldırı
olmasın. Komutanlar gece karanlığında sessizce dönerler evlerine. Apartmanda ayak seslerini dinlersiniz.
Postal sesini eşinizinkiyle uyuşması için beyninizi zorlarsınız. Ve
aynı apartmanda başka dairenin kapısında postal görürseniz, içten içe sizinki gelmediği için onları kıskanırsınız.
Aileniz
sizi aradığında, metanetli konuşmak zorundasınızdır. Hem onları
endişelendirmemek hem de örgütten dinleyen varsa onları mutlu etmemek,
bilgi vermemek, hem de akıl sağlığınıza mukayyet olmak içindir bunlar.
Pencerenizden
çatışmadan getirilen cenaze ve yaralıları, bunların taşınışını ve bir
sigara bile yakmak için durmaksızın koşuştuklarını görürsünüz. Az önce
cenazesini indirdiği arkadaşının yerine, gidecek timle beraber elleri
titremeden dizleri çözülmeden; ve abartmıyorum bir salise duraksamadan
tekrar helikoptere atlayanlara bakarsınız. Sonra hiç bir anormallik
yokmuş gibi, oğlunuz o manzaraya şahit olmasın diye uzaklaştırırken
pencereden, diğer yandan ailenize akrabalarınıza tesadüfen aramış dahi
olsalar olanlar için MIŞ MİŞ gibi yapmanız gerekir.
Ağlamamış gibi, içiniz 1000 parçaya parçalanmamaktaymış gibi, sanki geceleri yataktan sıçramıyormuşsunuz gibi! Geceleri dinlediğimiz çatışma ve helikopter seslerini o kadar kanıksadığımı, bir gece sessizlikte uyanıp 'acaba baskın mı yedik? Nöbetçiler mi uyudu?' diye korktuğumu unutamam..
Karanlığın
bu yüzünü hiç bilmezdim. Mesela karartma yapılacağını önceden
bilemezsiniz. Önceden çamaşır, bulaşık, ütü, banyo, ev temizliği, ders
hazırlığı, sınav kağıdı ne işiniz varsa halletmiş olmanız gerekir,
gündüz elektik varken..Her şeyi bitirmiş bile olsanız karanlıkta
mumlarınız yeterince ışık vermez. Gece bebeğinize süt hazırlamanız gerekmekteyse yandınız vay halinize!
Dışarı
ışık sızmasın diye karartmalarda camlara battaniye astığımızı, belki
birkaçınız bilir. Ama ben bunun, saldırıda camlar patladığında
kırıklardan korumak için de kullanılan ilkel bir yöntem olduğunu
lojmanımız roketlendiğinde öğrendim..
Tv izliyorum, var mısın yok musunun reklam arasında, yolun tam karşısındaki bir evden 3 roket atıldı. Camın önünde, nöbetçi olan eşime çocuğu yeni yatırdığımı söylerken..Daha uykuya dalmakla dalmamak arasındaydı yavrum.(Bu nedenle halen anksiyete tedavisi görüyor).
Roketlerden İlkinin havada süzülüşünü görüp 'SEN TOP ATIŞI MI
YAPTIRIYORSUN?' demiştim eşime. ilki açığa düştü gürültüyle, eşimin
hayır! Dediğini ve askerlere emirler vererek koştuğunu duyuyordum.
Elim kulağımda oğlumun odasına koşup onu yorganla kucakladığım gibi, penceresiz olan tek dört duvarlı yer sayılacak banyoda emniyetini sağlarken, diğerlerinin nasıl bir kavis ve ışıkla hedefe ulaştığına şahit oldum.
Sonra sessizlik..Oyun oynadığımızı söylediğimi hatırlıyorum taşırken oğluma..Sımsıkı
sarıldığımı da..Telefon irtibatı kesilmeden ne olursa olsun aileme
haber verme alışkanlığı edindim. Sms'le, kısa ve net: BİZ İYİYİZ MERAK
ETMEYİN!
O
esnada onları korkutmaktan ve kendini yalnız hissetmemek adına yapılan
bir alışkanlık. Ben o mesajı attığımda hayattaydım. Çünkü evladını
kaybeden bir babanın 'şehit olan oğluyla, en son 1 hafta önce
konuştuğunu' söylediğinde, ailemi endişelendirmemekten daha kötüsünün; altyazıyı okuyup da telefonla bize ulaşamamaları olduğunu öğrendim.
Ne
o günün sabahı ne de Aktütün ve Gediktepe karakol baskınları...
Çukurca, Şemdinli, mayınları gibi tekrar eden bir çok olaydan sonraki
sabahlar, idari izinli olmama rağmen, işimi aksatmamaya dikkat ettim. Çocuklarım saydığım küçük Kürt talebelerimi asla ihmal etmedim. METANET..aslında burada daha farklı bir anlam içermekte..
Bize
eşi asker polis memur olan herkese, bilhassa o şehit haberlerinin
akabinde; işyerimize güler yüzlü inadına neşeli, makyajlı gitmemiz salık
verildi. Haklılardı. O kanlı baskınlardan sonra örgütün her zırt pırt
yıldönümünde, bebek katilinin Suriye'den çıkışı, yok efendim,yakalanışı
gibi1 Mayıs,nevruz gibi tarihlerde ama özellikle şehit
verdiğimiz günün sabahı, başlayarak akşamına kadar lojmanların
karşısındaki kolonlardan zorla dinletilen Gerilla(!) türkülerine
katlanmak sadece metanet olamaz!
Bir
kere çok mecbur kaldım.Her 2-3 ayda bir erzak almak (ve hatta nefes)
için Van'a karayoluyla gideceğimizde (emniyetli günse ve konvoy varsa
ancak) yazmayı adet edindiğimiz vasiyetimizde belirtmeme rağmen,
aileme her ikimize de bir şey olduğu takdirde oğlumuzun kimler
tarafından büyütülmesini istediğimizi ve ne olursa olsun üzülmemelerini
söyleyiverdim. Babamın sesinin buğulandığını hatırlıyorum.
Bir
kaç defa çocuğu aileme emniyette olacağı bir yere bırakıp da dönmeyi de
çok düşünmüş ve konuşmuştuk. Arabada kendimizce önlemler alırdık,2,5
yaşındaki oğlum HER NE OLURSA OLSUN durmamamız gerektiğini gerekirse
içeri istifra etmesi (süratli giderek o virajları almamız gerektiğinden)
ya da tuvalet ihtiyacı duymaması konusunda sıkı sıkı tembihlenirdi.
Camları
karartılmış ve dönüş yolunda artık sahte plaka takmak zorunda kalarak,
yolculuk yaptığımız aracımızda her ikimiz de silahlı olurduk. Mermi her zaman namluya sürülü ve elimizin altında seyahat ederdik.
Her virajın arkasında ne çıkacağını sizi neyin beklediğini bilmeden yol
alırken hep bildiğim tüm duaları hatmederdim. Ve ne olursa olsun 2
mermiyi saklayacağıma söz vermiştim; bir şey olursa
kaçamayacağıma, oğlumu da kurtaramayacağıma kanaat edersem, kendime ve
yavruma sıkılmak üzere saklanacak son iki mermi. Helalleşilerek dönülen
izinlerden sonra, tekrar oraya dönmesi en zoruydu. Öğrencilerimi okulumu arkadaşlarımı özlemiş olurdum ama beni bekleyenin tam olarak ne olduğunu asla bilemezdim
Karlar
altında geçmekte olan -20lerde seyreden günlerden birinde artık evde
tutulmaktan iyice bunalmış olan oğlumu da aldım. Kantinin önüne kamyonet
gelmesini fırsat bilerek dışarı çıktım. Kamyonet demek yeni mal geldi
demektir. Oğlunuz için aylardır reklamlarda görülüp imrendiği çikolatayı
bulma ümididir..Misafirliğe giderken giyilecek kadın çorabı
kalmadığında kamyonet yolu gözlenir. Gıda şöyle böyle tamam da, oyuncak
ve ihtiyaçlar hiç bitmez..
O
akşam içerideki kalabalığı görünce kenarda beklemenin daha iyi olduğunu
düşündüm. Ve aile kantininde bu kadar telaşla neden keklere bisküvilere
meşrubatlara saldırırcasına hücum etmekte olan askerlerin, raf filan dinlmediğini aksine yağma edercesine boşalttıklarını izlemiştim. Anlam verememiştim.
Bir
ara kasadaki bana seslendi :'hanıma yer açın önce o alsın, buyrun
bayan?' sadece neler olduğunu sorabildim, aldığım cevapla afalladım. Göreve
gidecek olanlar sırt çantaları çok ağır olmasın diye verilen kumanyayı
yolda atıp, bunları yemeyi tercih ediyorlardı. Henüz 19-20 yaşında, lise
öğrencilerinden daha güçlü gözükmeyen çelimsiz sıska Mehmetçiğin o
telaşının arkasındaki gerçek beni kahretmişti.
Ekmek alarak dışarı çıktığımda ağlıyordum. Oğlumun
'elimi sıkıyorsun anne' sesiyle kendime geldim.Çok gücüme
gitmişti,çocuk görünümlü çocuk ruhlu çikolata kapışan gülüşen
Mehmetçikler..Baskınların ertesinde sessizlik hakimdir
işyerlerinde çarşıda sanki hiç olmamış o canlar gitmemiş gibi..
Delirmeniz işten değildir. Geçmiş olsun var mı sizden zayiat? Densin, hatırınız sorulsun istersiniz.
Ancak yalnızken koridorda yakalarlarsa sorabilir arkadaşlarınız: 'Dün
eviniz roketlenmiş, nasılsınız var mı yapabileceklerimiz bir şey?' diye.
Eylem
günleri okula gelmektense polis taşlamaya giden öğrencilerim de var.O
gün öğreneceklerini kaçırdıklarından yakınan da. Ve beni hala arayıp
soran, özleyen özlediğim ve bir şekilde birbirimizi sevmeyi
öğretebildiğim öğrencilerimi de hatırlıyorum.
Yüksekova'dan
ayrılırken, Allah'a emanet ettim oradakileri. Bayrağı da bir diğer
öğretmene devrettim. Ama beni sorarsanız, ben eski ben değilim artık.. Sırf bir polisle çıktığı için taranan öğretmen kızı nasıl unuturum? Ben yokken çocuğuma bakması için aradığım, her oralı kızın 'tehdit edildik abla kusura bakma' diye işi bırakmasını? Ancak bir korucunun kız kardeşine tek evladımı emanet edebildiğim günden sonra, o kızın da benim bir kardeşim olduğunu?
Hiç bir normal karne günü öğrencilerime karne veremedim.
Milli eğitim tarafından ilçeye baskın yapılma olasılığına karşı,
özellikle bayan öğretmenlerin can güvenliğini sağlayamama endişesiyle
'siz seminere katılmayın. Aslında ne kadar erken ayrılsanız o kadar iyi'
dendiğini? Devletimin
beni korumakla görevli polisinin değil beni, kendini koruyamayacak
kadar aciz kaldığını.. Savciların elinin kolunun bağlı çaresizliğini
Bunları Geride bıraktığımı sananlar var ama
BIRAKMADIM... BIRAKMADIK.
BİLENDİK AKSİNE.
HABUR'DAKİ PKK AÇILIM KEPAZELİĞİNİN ERTESİ GÜNÜ GÜLÜMSEMEKTE ZORLANDIM, NEFES ALMAKTA DA...
BİR EL BOĞAZIMI SIKIYORDU
YARGI DEPREMİNİ
İMRALI'IN TEHDİTLERİNİ HALA DUYMAK SİNİR ASAP BIRAKMADI BENDE..ARTIK YETER YETER YETER..
Hani bir yazısı vardı Yılmaz Özdil'in, o baskının ertesi günü ''biz şimdi öldük'' diyordu.. Aileler memurlar öğretmenler apar topar tahliye edildi
Güvenlik güçlerinin ve askerin izinleri askıya alındı
BİZ O TEHDİTLERE BOYUN EĞDİĞİMİZ GÜN ÖLDÜK!
HABUR'DAKİ PKK AÇILIM KEPAZELİĞİNİN ERTESİ GÜNÜ GÜLÜMSEMEKTE ZORLANDIM, NEFES ALMAKTA DA...
BİR EL BOĞAZIMI SIKIYORDU
YARGI DEPREMİNİ
İMRALI'IN TEHDİTLERİNİ HALA DUYMAK SİNİR ASAP BIRAKMADI BENDE..ARTIK YETER YETER YETER..
Hani bir yazısı vardı Yılmaz Özdil'in, o baskının ertesi günü ''biz şimdi öldük'' diyordu.. Aileler memurlar öğretmenler apar topar tahliye edildi
Güvenlik güçlerinin ve askerin izinleri askıya alındı
BİZ O TEHDİTLERE BOYUN EĞDİĞİMİZ GÜN ÖLDÜK!
Sadece cenazemizi kaldıracak kimsemiz yok..Ne o öğrenci çocuklarımın yüzlerini ne de o Mehmetçiklerin yüzlerini asla unutamayacağım
Oradayken 1Eylül barış günü kutlamalarına katılmak istemiştim hatta, ben de BARIŞSEVER bir insandım o zaman. (Ama bugün artık değilim çünkü beni ben'den aldılar!)
Ve
hala yeni tayin olduğum bir Ege şehrinde bile bir çok psikolojik sorun
yaşıyorum. Uykumda dinliyorum sessizliği ve sıçrıyorum. Eşim de çocuğum
da aynen...
Hala orada görev yapan tüm memur ve güvenlik görevlilerine selam ve sabırlar diyorum.
Burada olmadığımız 3 yılda bile, sahillerdeki ve büyük kentlerdeki en güzel yerleri Kürtler almış.
ŞİMDİ SORMALIYIM: BİR TEK TÜRK, DİYARBAKIR'DA ŞIRNAK'TA, HAKKARİ'DE BİR BAKKAL DÜKKANI AÇSA KAÇ GÜN YAŞAR, YAŞATILIR?
Yorumlar
Yorum Gönder